Fahri İkiler ve Grand Slam Turnuvaları

İlkokul dönemlerimde gazete okuyordum. Ve gazetecilik rüyama giriyor, hayallerimi süslüyordu. Babamın memuriyeti sebebiyle Kayseri’deydik. 1960’lı yılların sonlarında, lise yıllarında mahalle bakkalının vitrin camında duvar gazetesi çıkarıyordum. Mahalle futbol takımının maçları gazetede geniş yer alıyordu. Bir gün, rakip takımın kalesinin arkasında, fotoğraf makinemle bekliyordum. Bizim takımın atacağı golü çekecektim. Kaleciyle göz göze geldik. Mimikleriyle “ne o...?” diye sordu. Yiyeceğin golü çekmek için bekliyorum deyince saha karıştı. İki takım ve seyirciler birbirine girdi. Mahalle bakkalının vitrin camındaki gazeteye bir veda mesajı bile yazamadan gazete kapandı. Tenisle lisedeyken tanıştım. Babam, bir gün tahta, kenarları beyaz lake, Slazenger bir raket ile eve geldi. Böylece, bir tenis raketini ilk kez elime aldım. O güne kadar tenis, evde hiç konuşulmamıştı. O güne kadar, uzaktan da olsa hiç tenis maçı seyretmemiştim.

Beyaz lake kenarlı o tahta raket, daha sonra hayatımın renklenmesinde önemli rol oynadı. O raketle tanıştığımda 16-17 yaşındaydım. Başarılı bir tenisçi olmak için treni çoktan kaçırmıştım. Kayseri’de, tenise ilgi duyanları, Sümerbank Bez Fabrikasının 1935’lerden kalan beton kortlarında bir araya getirmeye başladım. Turnuvalar düzenledim. 1950’li yılların Türkiye şampiyonu, Sevim Barulay’ın yetiştiği bu kortlarda, o yıllar daha çok fabrika memur ve müdürleriyle, onların çocukları tenis oynuyordu. Düzenlediğim turnuvalar ile ilgili bilgileri ve maç sonuçlarını Tenis Federasyonu'na gönderiyordum. Ankara’ya gelişlerimden birinde Tenis Federasyonu'na uğradım. Başkan, Bülent Savcı idi. Beni ilgiyle karşıladı. Raket, toplar ve tenisle ilgili çok sayıda kitap verdi. O yıllarda okulun yanı sıra mahalli gazeteye de yazılar yazıyordum. Bunlardan bir kısmı Beden Terbiyesinin tenise ilgisizliğini eleştiren yazılardı. Bölge Müdürü bu eleştirilerden kurtulmak için beni lise çağlarında Tenis İl Temsilcisi yaptı. Hem turnuva düzenliyor, hem de gazetede turnuvayı yazıyordum. Daha sonra okul yılları, gazeteciliğe değil ama tenise ara vermeme sebep oldu.

1975 yılında, İstanbul’da Şevket Rado’nun çıkardığı Hayat Mecmuası grubundaki Hayat Spor’da çalışmaya başladım. İşe başladığım gün gittiğim iş, Uluslararası İstanbul Tenis Turnuvası idi. 1979’da TRT’ye yardımcı prodüktör olarak başladığımda işimin tenis ile ilgili olabileceğini düşünmemiştim. O yıllarda, tenis radyo ve televizyonda da pek fazla yer almıyordu.

1980’li yılların başında, dünyada profesyonel organizasyonlar, günümüzdeki kadar düzenli değildi. Profesyonel tenisçiler, bir çatı altında toplanmamıştı. Bir tenisçinin, o yıl oynadığı turnuvaları, aldığı sonuçları günü gününe not etmeden bulabilmek mümkün değildi. Turnuvalarda, kimlerin şampiyon olduğunu takip edebilmek ancak bir yayın kuruluşunda çalışmak ile mümkündü. O yıllarda, ne bilgisayar vardı, ne internet ne de web siteleri. Tek kaynak, haber ajanslarının teleksle gelen ve kağıt bobinlere sarılan haberleriydi. Eğer ilgilendiğiniz haberi takip etmezseniz, ertesi gün bulma şansınız yoktu. Ünlü tenisçilerin, oynadıkları turnuvaları ve maç sonuçlarını not ediyordum. Ajansların, turnuva ve tenisçilerle ilgili yorumlarıyla ilgileniyor, onları arşivliyordum. Tenisin canlı olarak 1971 İzmir Akdeniz oyunlarından yayınlandığını biliyorum. Ben o yıllarda TRT’de değildim. Bunun dışında yayınlandı mı bilmiyorum. TRT’de düzenli tenis yayınları 1986 yılında Wimbledon ile başladı. İlk yayını Kenan Onuk ile birlikte yaptık. O yıl Meksika’da Futbol Dünya Kupası vardı. Ben Meksika’dan geldim ve Londra’da Kenan ile buluştuk. İlk yıllar sadece yarı final ve final anlatıyorduk. Kenan maçı anlatıyor, ben boşluklarda konuşuyordum. Dünyanın bu en eski spor organizasyonuna ait yıllardır biriktirdiğim bilgileri, notları anlatıyordum.. Ama süre bana yetmiyordu. Yağmur yağsın diye dua ediyordum. Yağmur yağıp oyun durunca, hem Wimbledon hem de tenisçilerle ilgili eteğimdeki taşları döküyordum. Tenise ait kuralları da sık sık ama sıkmadan tekrarlamak gerekiyordu. Wimbledon’dan 3 yıl sonra Roland Garros yayınlarımız başladı. Roland Garros’ta tenis daha keyifliydi. Toprak kortta top iki tenisçi arasında daha fazla gidip geliyordu. Puanlar, bir servis ve arkasından bir vole ile bitmiyordu. Tenisçiler bir puan için kıyasıya mücadele ediyordu. Seyirciler daha çok zevk alıyordu ama yalnız görev aldığım yıllarda 8-9 saat süren bir yayından sonra yürümekte güçlük çekiyordum. Avustralya Açık Tenis Turnuvası da 1990 yılından itibaren yayınlanmaya başladı. 1986 yılından bu yana 17 yıl tenis anlattım. Wimbledon, Roland Garros, Avustralya Açık Tenis Turnuvalarının yanı sıra birçok Davis Kupası finali, Fed Cup ve Olimpiyat Oyunlarında o heyecanı yaşadım ve yaşatmaya çalıştım. Her bir turnuvada ve tenisle ilgili uluslararası organizasyonda, dostluklar arkadaşlıklar kurdum. 1999 yılındaki Yalova depreminde, birçok ülkenin tenis anlatan spikerinin, telefonla aramaları beni duygulandırdı. Çok…

Wimbledon, kurallarına, geleneklerine son derece bağlı bir organizasyon. Bir Wimbledon finalinde, tenisçilerin korta girdiği an, saatinizi önceden ilan edilen saate göre ayarlayabilirsiniz. Seyircilerinin yaş ortalaması, kesinlikle 50’nin üzerinde. Çoğu, takım elbiseli ve kravatlı. Seyircilere yer gösteren görevlilerin tamamı, Londra itfaiye görevlileri. Merkez korttaki yüze yakın kapıda, yıllarca hep aynı kişileri gördüm. Anlatım kabinlerinin bulunduğu kattaki tuvalet görevlisi bile yıllarca hiç değişmedi. Herkesi tanıyordu. Her Wimbledon’a gidişimde, gümrükten geçerken, görevlinin, ne için geldiğimi öğrendikten sonra, şampiyonlukla ilgili tahminimi sormadığı bir yıl olmadı. Ben de, her seferinde bir İngilizin adını söyledim ama ne görevliyi inandırabildim, ne de böylesi bir sürprize tanık oldum.

Her şeyden önce Wimbledon, İngiltere yağmurlarının tüm dünyaya tanıtımında eşsiz bir rol üstlendi. Tenis anlatabilmek için, yağmurun dinmesini uzun saatler boyu beklediğimiz yıllar oldu. Belki bu, kremalı çilek yemek için iyi bir fırsattı ama televizyonlar için bu yağmurlu günlere güler yüzle bakabilmek mümkün değildi. Ben de, zurnanın son deliği olarak, merkez kortun çatısının, geleneksel yapıyı bozmayacak şekilde, kapanabilir hale getirilmesi gerektiğini, defalarca söyledim. Bir gün, mutlaka bunu yapacaklarına inanıyorum.

Fransa Açık Tenis Turnuvası, diğer Grand Slam turnuvalarına göre daha farklı. Bir kere daha aydınlık ve güneşli bir ortam var. Basın merkezinden ayrı olarak, anlatım pozisyonlarının çok yakınında, televizyon için minik bir basın merkezi oluşturulmuş. Anlatım kabinleri rahat ve klima var. Yağmur yağsa bile, Wimbledon’daki gibi, yağmur taneleri daha yere düşmeden kortu kapatmıyorlar. Toprak kort, yağmurdan pek fazla etkilenmediği için hafif yağmurda bile oyun sürüyor.

Avustralya Açık Tenis turnuvası ise 4 Grand Slam’in en genci... Kortlar arasında dolaşırken, Agassi’ye rastlamak ve iki kelime konuşmak çok doğal.. Oysa diğer turnuvalarda, tenisçiler çok tanınmamış da olsalar, dış kortlardaki maçlarına bile 4-5 koruma ile gidiyorlar. Ya da, merkez korttaki asansörlerde, dünyanın en ünlü tenisçileri ile karşılaşabiliyorsunuz. Avustralya turnuvasında da, anlatım yerleri çok rahat ve klimalı. Son kez, anlatım yaptığım yer, seyirci locası da olarak kullanılabilen, görüş açısı mükemmel, tribünlerin üstünde bir mekandı. Bu turnuvalar sırasında, organizasyonların yetkilileri, birbirlerini misafir ediyor ve yaptıkları yenilikleri gösteriyorlar. 1990 yılı sonlarına doğru Wimbledon ve Roland Garros tesislerini yeniledi ve çok daha modern mekanlar yarattı.

Yalnız radyo ve televizyoncular değil, izleyiciler de BBC’nin disiplinli ve kuralları olan bir yayın kuruluşu olduğunu bilirler. Ben de, birçok meslektaşım gibi BBC’nin doğrularını dinleyerek büyüdüm! İlk Wimbledon’a gidişimde de, BBC’nin çalışmalarını izleme olanağı buldum. İlk gün, kulaklıklarımızı taktık ve yayına başladık. Bir süre sonra omzuma bir el dokundu ve bir sandviç ile içecek uzattı. Sandviçe baktım, üzerinde TURKEY yazıyordu. Gerçekten bu BBC mükemmel çalışıyordu.. Sandviçin hindili olduğunu sonradan fark ettim.

Tenisle, sadece Wimbledon, Roland Garros sırasında ilgilenmedim. Yurt içinde ve yurt dışında, tenisçilerimizi adım adım izlerdim. Nereye gitseler onları telefonla bulur haberlerini yapardım. Yurt içinde de, birçok turnuva ve organizasyonun anlatımında bulundum. Tek işim tenis değildi ama tenisle bütünleşmiştim. Bu arada Ankara Tenis Kulübü de çok sık bulunduğum bir mekandı. O yıllarda kulüp başkanı, rahmetle ve saygıyla andığım Yıldırak Daş’tı. Onun önerisiyle üye oldum. Görevim sebebiyle uzunca bir süre uzak kaldım ama ATK’yı evimiz gibi görüyoruz.

Tenis, bugüne kadar çok fazla başarılı olamadığımız bir spor dalı. Ülkemizde tenisin, bu işi meslek olarak görebilecek gençlere ihtiyacı var. Okul mu, tenis mi ayrımında, yapılacak tercih çok önemli. Bu tercihin tenisten yana olabilmesi için sağlanacak şartlar da çok önemli. Günün birinde bu şartlarda çok yetenekli bir gencin çıkıp Wimbledon’da başarılı olmasını bekliyorsak daha çok bekleriz. Ne kadar çok çocuğa tenis oynatabilirsek, aralarından iyilerini seçme şansımız o kadar çok artar. Kulübümüzde, Haziran’da yapılan ve 500’e yakın ilkokul öğrencisinin katıldığı şenliğin, amacına uygun işlerlik kazanması gerek. Doğru tenisçilerin bulunması kadar, doğru antrenörlere de ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Dünyadaki gelişmeleri izleyebilecek ve uygulayabilecek antrenörlere... Ball boy’luk sistemi ortadan kalktığından beri başarılı tenisçilerin yetişmesinde sıkıntılar var. Kulüp başkanımız Sayın İren’in Mamak’ta başlattığı projeye büyük önem veriyorum. Hem Türk tenisi adına, hem de Kulüp adına.

1990 yılı başlarında spor yazarı ağabeyim rahmetli Haluk San, çeşitli spor dallarının tarihçesini, kitap olarak, Türk Spor Vakfı Yayınları’ndan çıkarıyordu. Türk Tenis Tarihi’ni de bana teklif etti. O zamana kadar böyle bir düşüncem yoktu. Bir başladım henüz daha bitiremedim. Ülkemizde spor arşivciliği içler acısı durumda.. Hiçbir şeyin doğru dürüst kaydı yok. Adeta iğne ile kuyu kazıyorum. Kitaplarımdan biri, milli takımlarımızın Davis Cup ve FED Cup hikayeleri olacak. İkincisi Türk Tenis Tarihi. Bir diğeri de Türk Tenisi’nde isimlerini duyurmuş 100 tenisçinin biyografileri... Aslında çok zor bir iş. Ama beni dinlendiriyor, zevk alıyorum. Türkiye Birinciliğinde final oynayan tenisçiler, kiminle oynadıklarını hatırlamıyorlar ben o maçların skorlarını bulmaya çalışıyorum.. Aslında, bu konuda çalışmaya başladığımdan bu yana oluşan anılar da çok komik bir kitap oluşturabilir. Bugüne kadar yüzlerce tenisçi ve yönetici ile konuştum.. Yüzlerce resim ve belge topladım... Albümlerini, bilgi ve belgelerini benimle paylaşan eski, yeni tüm tenisçilere teşekkür ediyorum. Özellikle Türkiye Birincilikleri ile ilgili elinde resim ve bilgi olanların bana ulaşmalarını diliyorum. Bugüne kadar, Türk tenis tarihi ile ilgili en ufak bir çalışma yok... İlkinin de iyi olması için çalışıyorum.

Ali Ayaz
Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir

Türkiye Tenis Federasyonu
Click for English
Click for English
Haberlere Ait Arşivimize Ulaşmak İçin Tıklayın...